Discord sunucumuz açılmıştır, hepinizi bekleriz

https://discord.gg/43gGDQe6tS

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Diğer forum kategorileri dışında kalan herşey.

Moderatör: Moderatörler


Konu Sahibi
Serdar102
Mesajlar: 23
Kayıt: Prş Mar 14, 2024 1:25 pm

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

HİKAYE YAZARI ÖMER SEYFETTİN İLE SERDAR YILDIRIM
Tarih 4-Ağustos-2023 Bursa'da bir kitap mağazasında çok değerli yazarlarımızdan Ömer Seyfettin ile beraberim: " Sayın Ömer Seyfettin, bakın burası üç katlı bir kitap satış mağazası. İçinde binlerce kitap var.
Ömer Seyfettin: " Ya Serdar, beni buraya neden getirdin? Ben 1920 yılını hatırlıyorum. O zamanlar 36 yaşındaydım. İstanbul'da bir lisede öğretmenlik yapıyordum. "
" Evet doğru, bunları ben de biliyorum ama sizin bilmediğiniz bir şey var. 1920 dediniz. O zamandan şimdiki zamana 103 yıl geçti. 103 yıl sonra siz neredesiniz, hikayeleriniz nerede? "
" Ben o hikayeleri yazdım, durdum. Bir İstanbul gazetesinde bunlar her gün tefrika halinde yayınlanırdı. Biliyor musun Serdar, yurdumuzu düşmanlar istila ettiğinde ben subaydım. Çanakkale taraflarında askeri ciple gidiyorduk. Gökyüzünde bir yazı belirdi. Fethun karib. ( Çanakkale’ye cephesini ziyarete giden heyeti edebiye içerisinde bulunan Ömer Seyfettin, yolda karşılaştıkları fevkalade bir hadiseyi Müjde adını verdiği hikayesinde anlatmıştır. Gün ağardığında heyet gökyüzünde ince bir duman ile “fethun karib” yazdığını müşahede etmiştir. Fethun karib, yakın bir fetih anlamındadır. ) 1915 yılı başlarıydı. Ne oldu? Neler oldu? Yolda gelirken ben Türküm dedin. Türkiye Cumhuriyeti dedin. Türkiye Cumhuriyeti'ne bravo da Osmanlı ne oldu? Bırak Osmanlı İmparatorluğu'nu Anadolu ne oldu? "

" Mustafa Kemal 19-Mayıs-1919 tarihinde Samsun'a çıktı. "
" Bunu biliyorum. "
" Türk Ordusu ve Mustafa Kemal bir buçuk yıl Sakarya Irmağı doğusunda konuşlandı. Mustafa Kemal onlara savaş öğretti. Türk Ordusu Mustafa Kemal önderliğinde ileri atıldığında yunan askerleri şehirleri, köyleri yakarak kaçtı. Kurtuluş Savaşı'nı kazanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Tarihe ismini altın harflerle yazdırdı. "
" Mustafa Kemal adını daha önce defalarca duymuştum. Cumhuriyet yıllarına ömrüm vefa etmedi. Şu an çok sevinçliyim ve çok mutluyum. "
" Mustafa Kemal kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 10-Kasım-1938 'e kadar 15 yıl bu görevini devam ettirdi. 24 Kasım 1934 yılında Atatürk soyadını aldı. Artık O Mustafa Kemal Atatürk'tü. "
" Serdar, Atatürk hakkında kitaplar var mı burada? "
" Evet var. "
Atatürk kitapları reyonuna gittik ve Ömer Seyfettin'e kitaplarda yazılanları okudum. Her iki dakikada bir Ömer Seyfettin tarafından, Atatürk ayakta alkışlandı. Daha sonra birlikte Ömer Seyfettin kitapları reyonuna yöneldik. İki elime birer kitap aldım. Bakın, dedim, bu kitapta Kaşağı hikayeniz var. Bu kitapta da Kütük hikayeniz bulunuyor.
Ömer Seyfettin: " Vay benim canlarım, ciğerlerim. Aradan 103 yıl geçmiş ve hikayelerim unutulmamış. Bir yazar aradan 50 yıl geçmiş ve hatırlanıyorsa unutulmamış demektir. Artık o yazar olmuştur. Ey Serdar Yıldırım, ben artık yazar oldum mu? "
" Evet oldunuz, hem de çok değerli, unutulmaz bir yazar oldunuz. "
" Yaşasın, ben şimdi çok mutluyum. "
Ömer Seyfettin tansiyon ve şeker hastasıydı. Atina'da 10 ay esir kaldı. İstanbul'a geldikten sonra tansiyon ilaçları kullanmaya başladı ama şeker ilacı yoktu. 6 Mart 1920 yılında aramızdan ayrıldıktan 2 yıl sonra şeker ilacı icat edildi. Şu şeker ilacını 4-5 yıl önce icat etseydiniz olmaz mıydı? Ömer Seyfettin size nice yeni hikayeler armağan ederdi.

SON

Link:
Linklerini gizle
Linki Kopyala

Konu Sahibi
Serdar102
Mesajlar: 23
Kayıt: Prş Mar 14, 2024 1:25 pm

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

DENİZ KIZI MARY
Bundan yıllar önce, denize kıyısı olan ülkelerden birinde, oldukça mutlu, gelecekten umutlu, Mary adında küçük bir kız ve ailesi yaşıyordu. Balıkçılık yaparak ailesinin geçimini sağlayan baba, aniden ölünce, küçük kız ile annesi yalnız ve aç kaldı. Anne, mecbur kaldığı için, komşu kasabadan bir adamla evlendi. Zalim adam, bir süre sonra anne ve kızına türlü eziyetler yapmaya başladı. Kafasının iyice daraldığı bir gün küçük kızın bacaklarını birbirine yapıştırarak denize attı. Denizin dibini boylamakta olan kızın yardımına balıklar koştu. Balıklar, kızı kucakladıkları gibi, denizlerin taçsız kralına götürdü. Denizlerin taçsız kralı, kötü insanların yaptığı balina katliamlarını önleyemediği için, taç takmazdı. Kral, kızın haline acıdı, onu yanına aldı ve deniz altında yaşamayı öğretti. Küçük kız, kralın yanında sevgi dolu, mutluluk dolu on iki yıl geçirdi. Bu zaman süresince yürüyemediği için, belden aşağısı dönüşüme uğradı ve pullarla kaplandı.

Mary artık on sekiz yaşına gelmişti ve üstü insandı ama altı balık olmuştu yani o artık bir deniz kızıydı. Deniz kızı yüzerken, kayıkla balık avlamakta olan bir adam dikkatini çekti. Bu adam, üvey babasına çok benziyordu, yalnız biraz yaşlanmış ve saçları kırlaşmıştı. Deniz kızı yakına gelerek, kendini tanıttı, ben senin kızınım, dedi ve annesini sordu. Üvey baba, sana anneni anlatırım ama kayığa gelirsen, dedi. Genç kız kayığa çıkınca üvey baba bunun bir deniz kızı olduğunu gördü. Bu durumdan yararlanmayı düşündü. Deniz kızını yakalayıp bağladı ve evine götürdü. Üvey baba daha sonra büyük bir çadır aldı. Çadırın ortasındaki bir direğe deniz kızını kuyruğundan baş aşağı bağladı. Deniz kızının varlığından haberdar olan insanlar, çadıra koştular ve bilet alarak içeri girip, deniz kızını gördüler. Zamanla ülkenin pek çok şehrinden ziyaretçiler geldi. Deniz kızı meşhur oldu ama bu meşhurluğun kaymağını üvey baba yedi. Üvey baba kazandığı paralarla o ülkenin sayılı zenginleri arasına girdi ve lüks içinde yaşadı.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

Link:
Linklerini gizle
Linki Kopyala

Konu Sahibi
Serdar102
Mesajlar: 23
Kayıt: Prş Mar 14, 2024 1:25 pm

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

ULUDAĞ TARZANI AHMET
Bursa Hayvanat Bahçesi'nde çalışmakta olan Kemal dürbünüyle Uludağ'ı gözlemliyordu. Kemal birden irkildi. Gördüğüne inanamadı. Ağaçlar arasında bir boşluk vardı ve orada ağaç yoktu. Halbuki geçen gün orası ağaç doluydu. Dürbününü sağa doğru kaydırdı. Birtakım adamlar, ellerinde baltaları ağaç kesiyordu. Yutkundu. Sağ yumruğunu salladı: " Benim adım Kemal, ben size orada ağaç kestirmem, " diye söylendi. Yan taraftaki tel örgülerin arkasında duran arkadaşı Hayri'ye seslendi: " Hayri, Uludağ'da ağaçları kesiyorlar. Fırla koş, Uludağ Tarzanı Ahmet'e git. Tarzan, bu kesimi engeller. "
Hayri: " Bunlar bir fidan dikmişler mi, ağaçları kesiyorlar? İnsan olmanın erdemine ulaşamamışlar sanırım. Geri zekalılar, " dedi ve tel örgülerin üstünden atladı. Hedefi Uludağ'dı ve Tarzan'ı bulmalıydı. Tarzan bu işin üstesinden gelirdi.
Hayri, Tarzan'ı buldu. Olanları öğrenen Tarzan çok kızdı ve şunları söyledi: " Dededen, babadan kalan ağaçları, sen de çocuğuna, torununa ulaştır. Ağaçlar kesilirse, soluduğumuz hava kirli olur ve çeşitli hastalıklara yakalanırız. Ağaçları kesmeyip korumak lazım. Boş arazilere fidan dikmemiz gerekir. "

Tarzan şimşek hızıyla harekete geçti ve ağaç katliamına dur dedi. Toprağa bağımlı yaşayan, kaçamayan, kendini kollayamayan, var olmaktaki amaçları canlılara yaşam sunmak olan ağaçlar sevindiler. Nihayet onlara arka çıkan biri olmuştu. Tarzan'ın gelmesiyle ağaç kesmeyi bırakıp baltalarını yere atan adamlardan biri şöyle dedi: " Tarzan, bu bizim ekmek kapımız. Ne kadar çok ağaç kesersek, o kadar çok para kazanıyoruz. "
Bir başkası ise, şöyle dedi: " Ya bırak Tarzan, kırp gözünü görmezden gel. Görmezsen bizi, görürüz seni. Şu yüz lirayı al, bozdur bozdur harca. "
Tarzan: " Arkadaşlar, öncelikle bu sizin ekmek kapınız değil. Gücünüz, kuvvetiniz yerinde. Gidin başka iş bulun. Şu yaptığınız iş sayılmaz, kazandığınızın bereketi olmaz. Yer yer doymazsınız, hiç bir zaman mutlu olmazsınız. Bir ağaç kesen bir baş keser, o ağacı kesen el taş kesilir. "

Uludağ Tarzanı Ahmet'in gür sesi ve kararlı konuşması başları öne eğdirdi. Zaten ağaç kesen adamlar inanmadıkları şeyler söylüyorlardı. Tam gidiyorlardı ki, onları buraya getiren, bir ağacın gölgesine sığınıp orada yatmakta olan ve duyduğu konuşmalar üzerine kalkıp gelen Hasan Ağa: " Selam Tarzan, ben Hasan Ağa'yım. İsteyerek konuşmalarınızı duydum. Biraz üzüldüm, biraz sevindim. Üzüldüm, keşke gelmeseydin ve kesebildiğimiz kadar ağaç kesip gitseydik. Sevindim, senin gelmen iyi oldu. Nice zamandır Bursa'dan bu ormanlara bakar ve iç geçirirdim. Şu ağaçları kessem de küpümü doldursam, diye düşünürdüm. Uludağ Tarzanı Ahmet derlerdi, o ağaçları, ormanları korur. Senin korkundan buraya çıkamamıştım. Bugün bir cesaret bulup geldim ve epey ağaç kestirdim. Demin yüz dedilerdi, az dediler. Sen karanlığa kadar izin ver, al şu bin lirayı harca, ye, iç. Bana bir ay izin versen Uludağ'da kesilmedik ağaç bırakmam. "

Bunun üzerine Tarzan: " Bana bak Hasan Ağa, ayaklarının dibine bıraktığın ve benim eğilip almamı beklediğin o parayı al cebine sok. Değil Uludağ, burada bulunan bir ağaç için, milyon versen fikrimi değiştirmem. Senin bundan sonra ağaç kesmene izin vermem. Parayla satın alınan insanlar vardır ama dünyadaki bütün paraları toplayıp gelsen, ben satılık değilim. "

Tarzan'ın sözleri karşısında Hasan Ağa insanlığından utandı. Başını önüne eğdi ve iki damla gözyaşı göz pınarlarından süzüldü. Param çok olsa dünyayı satın alırım derken, işte gelmiş Tarzan'a toslamıştı. İşçilerine gündeliklerini ödeyip evlerine yolladı. Derin bir çukur kazıp baltaları gömdü. Kestirdiği ağaçlardan özür diledi. Tarzan'dan izin alıp, ağaçları korumak için, Uludağ'ın batı tarafına yöneldi. Yaşam zincirini kırmış, kimliğini değiştirmişti. Artık Hasan Ağa yoktu, Tarzan Hasan vardı.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

-----------------------------------------------------------


TİTTİ RABİ
NOT:
merhaba
ben iranli bir kizim,universitede turk edebiati okudum lisans yapmistim,terjumanligi cok seviyorum,turkce hikayeleri farscaya cevirmek istiyorum,siz bana yardim eder misiniz? jevabiniz beni cok sevindirir,dort gozle bekliyorum
_________________________________________
merhaba nasilsiniz
jevabiniza cok sevindim tesekkur ederim
ben turk hikayeleri farscaya cevirmek isterim ama iranda turk kitapler yok eger varsa hepsi farscaya cevirilmistir,onun icin ben kisa hikayeleri,iranlilari turk kulturunla daha tanismasi icin cevirmek isterim ben kendim turk degilim ama turkceyi ve turk kulturu cok seviyorum,sizin yardimizina cok ihtiajim var,bana hikaye gonderin lotfan fakat turk millete ve kulture ait hikayeler.
sitedeki hikayelerin yazari siz misiniz? onlarindan kac tanesini okudum birisini da cevirmistim,sampiyon ordek
---------------------------------------------------------------------
merhaba,nasilsiniz
coooooooooook tesekkur ederim,daha once hikayeleriniz farsacaya cevirildi mi?
-----------------------------------------------------------------------
merhaba nasilsiniz?
gonderilen hikayeler icin cok tesekkur ederim.
-------------------------------------------------------------------------
Bir sitenin forumunda 2008 yılının yaz aylarında Titti Rabi rumuzuyla bana mesajlar yazan İranlı arkadaşın o Farsçaya çevirdim dediği benim yazdığım Şampiyon Ördek isimli hikâyeydi. Daha sonra ben 10 tane hikâyemi gönderdim. Bu hikâyeler İranlılar tarafından da okunacak.
Hepinize en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Mutlu kalın.

Link:
Linklerini gizle
Linki Kopyala

Konu Sahibi
Serdar102
Mesajlar: 23
Kayıt: Prş Mar 14, 2024 1:25 pm

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

GEZGİN ŞEHMUZ İZNİK'TE
Gezgin Şehmuz bir gün İznik'e gitmiş. İznik sokaklarında bir süre dolaştıktan sonra göl kıyısına gelmiş. Atını bir ağaca bağlayıp, kıyıdaki büyük taşların bulunduğu yere gidip oturmuş. Aradan yarım saat geçmiş geçmemiş, suyun içinde bir deniz kızı peydah olmuş. Gezgin Şehmuz şaşırmış, şimdi bu deniz kızı da neyin nesi, diye düşünmüş.
Deniz kızı: " Selam Gezgin Şehmuz, nasılsın? " deyince Gezgin Şehmuz daha çok şaşırmış. Öyle ya hadi gölden deniz kızı çıktı, bu olabilir gibiymiş ama deniz kızının kendisine adıyla hitap etmesi olacak şey değilmiş. Nereden tanıyormuş ki, bu deniz kızı Gezgin Şehmuz'u?
Gezgin Şehmuz kendini toparlayıp şöyle demiş: " Sağ ol güzel deniz kızı. İyiyim de şu anda epey şaşkın durumdayım. Ben deniz kızlarının sadece masallarda var olduğunu bilirdim. Daha önceden tanışık olmadığımız halde adımı bilmeniz beni çok şaşırttı. Konuyu açıklığa kavuşturmanızı istemek hakkım sanırım. "

Deniz kızı gülümsedikten sonra şunları söylemiş: " Tabii Gezgin Şehmuz, bu senin hakkın. Gölün altında büyük bir yeraltı şehri var. Dipteki su kanallarından geçilerek yeraltı şehrine inilir. Sokaklar ve evler suyun içinde kurulmuştur. Su kanallarının kapakları özel bir durum yoksa daima kapalıdır. Ender olarak bizden biri göle çıkar. Biz oradan burayı yani dünyadaki insanların yaşayışlarını inceleriz. Daha doğrusu sizi seyrederiz. Konuşmalarınızı duyarız. Sizleri tanırız, biliriz. Yaşantınıza karışmayız. Olaylara müdahale etmeyiz. Bu bir çeşit sihirli aynalar aracılığıyla gerçekleşir. Ben yeraltı şehri kralının kızı Prenses İrona'yım. Gezgin Şehmuz'un göl kıyısına geldiğini görünce durur muyum? Hemen çıkıp geldim. Ne dersin, gelmekle iyi etmedim mi sence? "

" İnan bana deniz kızı gelmene çok sevindim. Ayrıca anlattıkların düşünce ufuklarımı genişletti. İnsanlar çoğunlukla günübirlikçidir, günü yaşamaya, günü kurtarmaya bakarlar. Gelecek hırs vermez, geçmiş ders vermez. Düşünceler belli kalıplar içinde sınırlanmıştır. Bu dar kalıplar içindeki düşünceler körelmiştir. İleri gitme şansı yoktur, tersine daima geriye gider. Bu dar kafa zihniyetinden kendini kurtarabilen, düşüncelerini belli kalıpların dışına taşırabilen özgün düşünme yeteneğini elde eder. Özgün düşünme, kişiye özel sadece o kişinin beyinsel fonksiyonlarının ürünü olan bir sistemdir. Bu yeteneğin kazanılabilmesi için, önce okuyup öğrenmek sonra da öğrendiklerini doğru olarak yorumlayıp, öğretebilecek duruma gelmek gerekir. Gezip dolaşmanın, yeni insanlar tanımanın konu üzerindeki önemi inkar edilemez. "

" Gezgin Şehmuz, sen bir söz ustasısın, bir filozofsun. Şu anda yeraltı şehrinde konuşmalarımız dinleniyor ve yazıcılar bunları kaleme alıyorlar. Az önce söylediklerin bizlere hayatımız boyunca yol gösterici olacaktır, yolumuzu aydınlatacaktır. Bir önerim olacak, bilmem nasıl karşılarsın? Bu konuşmalar masal havası içinde kitap olarak hazırlansa, torbalara konup buraya getirilse, sen atına yükleyip, bu şehirde ve gideceğin şehirlerde, köylerde halka parasız olarak dağıtır mıydın? Bitince geçerken uğrar, yenilerini alırdın. İnsanlara faydası büyük olurdu bu fikirlerin. "

" Prenses İrona, gerçekten asilce bir davranış içindesiniz. Karşılık beklemeden insanlara iyilik yapmak güzel bir duygudur. Önerini kabul ediyorum. "
Daha sonraki günlerde Prenses İrona'nın getirdiği torbalar dolusu kitabı Nicea'da ( İznik'te ) ve çevre köylerde dağıtan Gezgin Şehmuz mutlu bir şekilde oradan ayrılmış. Yeni şehirler görmek üzere yola düşmüş.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

Link:
Linklerini gizle
Linki Kopyala

Konu Sahibi
Serdar102
Mesajlar: 23
Kayıt: Prş Mar 14, 2024 1:25 pm

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

800 VE 1500 METRE TÜRKİYE ŞAMPİYONUYDU
Yıl 1975. Galip 800 ve 1500 metrede gençler dalında Türkiye Şampiyonu olmuş ve milli formayı sırtına geçirmişti. Girdiği her yarışta birinci oluyordu. Galip büyükler dalında da birinciliklerini sürdürdü. Artık milli takımın değişmez koşucusuydu. Bu güzel insan, Avrupa Şampiyonu olmayı çok istiyordu. Türk Bayrağı'nı gönderde dalgalandırmak en büyük hayaliydi. Birkaç kez askerliğini erteletmişti. 23 yaşında askere gitti. Askerden geldikten sonra da başarılarını sürdürdü. Birinci olana kupa, madalya veriyorlardı ama para veren yoktu. Zengin işadamları aslansın, kaplansın diyorlardı ama iş veren yoktu, aş veren yoktu. Fabrikanda işçi statüsüne alsan ve O'na bir asgari ücret maaş bağlasan ne kaybederdin? Formasına fabrikanın reklam yazısını koyabilirdin. Bunun için bir ücret ödeyebilirdin. Koşmak karın doyurmayınca şampiyon Galip sınav kazanıp memur oldu.

Aradan yıllar geçti. Yıl 1991. Ben 32 yaşındayım, Galip ile aynı yaştaydık. Bursa Atatürk Stadyumu'nda koşuyordum. Baktım Galip gelmiş, koşucular etrafını sarmışlar. Ben de yanlarına gittim, tokalaştık. Memur oldum, dört yıldır ilk kez buraya geliyorum, dedi. En az yirmi kişi vardı. Aralarında ilkokula, ortaokula giden arkadaşlar da bulunuyordu. Galip önde, öbür arkadaşlar iki yanında ve arkasında yavaş bir tempoyla koştuk. Üç tur sonra Galip, bu kadar yeter, dedi, yoruldum. Nefes nefeseydi. İçim acıdı, üzüldüm, kahroldum. O fırtına adam, 1200 metrede bitmişti. Sen yüksek tempoyla iki saatte on tane 1500 çeken bir koşucuydun Galip. Bu tempoyla iki karışlık koşuda yorulmazdın. Bitti ama göz göre göre bitirdiler. Böylesine yetenekli ve çalışma azmiyle dolu sporcular ender çıkıyor. İlgisizliğin, vurdum duymazlığın nice genç atletleri pistlerden uzaklaştırdığını gördüm. Belki bu hikayeyi okuyanlardan yönetici veya firma sahibi olanlar vardır ve onlar amatör sporculara olanak sağlarlar.

SON

Link:
Linklerini gizle
Linki Kopyala

Konu Sahibi
Serdar102
Mesajlar: 23
Kayıt: Prş Mar 14, 2024 1:25 pm

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

MİLLİ BOKSÖR MUSTAFA GENÇ İLE İLGİLİ BİR HİKAYE
1975 - 1978 Yılları arasında futbol oynamamın yanı sıra geceleri Bursa Atatürk Stadyumu'nun yanındaki Spor Sarayı'na gider, ağırlık çalışırdım. Spor Sarayı'nın giriş kapısındaki bekçi birkaç taneydi. Bir gün biri, diğer gün başka biri beklerdi. Genelde ağırlık çalışanlara yalnız geldiyse halter salonunun anahtarı verilmez, bekle, bir arkadaşın daha gelsin, denirdi. Hava kararırken geldiğim için, çoğu zaman Spor Sarayı'nın kapısında beklerdim.

İşte böyle zamanlardan birinde, Avrupa'da isim yapmış, Balkan şampiyonu ve defalarca Türkiye şampiyonu olmuş, boksör Mustafa Genç kapıya geldi. Spor Sarayında halter salonunun yanı sıra boks salonu, basketbol sahası, judo ve güreş salonu gibi bölümler mevcuttu. Mustafa Genç gelir gelmez, kapıda bekleyen sporcular etrafını sarıp, onunla konuşmaya başladılar. Mustafa Genç, bütün bir gün fabrikada asgari ücretle çalışarak yorulmuş, sol elinde çantası, sağ elinde simit vardı ve ayaküstü akşam yemeğini yiyordu. Akşam yemeği bir kuru simit? Hani bunun gazozu, ayranı. Ailesini geçindiriyor ve ancak bu kadarına aldığı ücret yetiyor. Avrupa Şampiyonası'nda rakipleri Fransız, İngiliz, Romen, İtalyan boksörler günde 8 saat boks antrenmanı yapıyor. Maaşları üst düzeyde, evleri, arabaları var. Gelecek korkuları yok, yemekler köfteler, dolmalar bolca, düzenli vitamin alıyorlar. Mustafa Genç, bu yaşam farkına karşın, yine de rakipleriyle başa baş maçlar yapıyor ve çoğu zaman galip geliyorsa inanılmazı gerçekleştiriyor demektir. Son olarak Mustafa Genç oradakilere şunları söyledi: Ben de rakiplerimle aynı hayat standardına sahip olsam, simit yerine yemek yesem, dünyada beni kimse yenemez.

Çevrenizde amatör sporcular vardır. Koşucu, boksör, güreşçi, bisikletçi, futbolcu, halterci. Onlara yardım edelim. Bir kutu süt, bir kavanoz bal hediye edelim. Bunu yapamıyorsanız fikir bakımından destek olun. Spor hayatında başarılar dilerim deyin. Bakın onlar buna ne çok sevinecekler. Belki sonradan Türkiye'yi yurt dışında temsil eder ve Türk Bayrağı'nı gönderde dalgalandırırlar.

SON

Link:
Linklerini gizle
Linki Kopyala

Konu Sahibi
Serdar102
Mesajlar: 23
Kayıt: Prş Mar 14, 2024 1:25 pm

Serdar Yıldırım Hikayeleri

Mesaj gönderen Serdar102 »

MAGOSA ZİNDANINDA NAMIK KEMAL İLE BİRLİKTEYİM
Zaman gezgini olarak 150 yıl önceye gitmeyi düşledim ve Kıbrıs'ta bulunan Magosa zindanında olmayı istedim. Namık Kemal yerde, taş üstünde oturuyordu ve beni görünce ayağa kalktı. İlerici, çağdaş fikirlerle donanmıştı ve bir devlet yönetiminin tek bir kişinin tekelinde olmasını istemezdi. Bana seslendi: " Dur bakalım, aslanım, sen de kimsin böyle? Burada ne işin var? "
" Ben, gelecekten geldiğimi, söyledim. Tarih 9-2-2024. Adım Serdar Yıldırım, dedim.
Namık Kemal: " Bak bu çok iyi. Yüz bilmem kaç yıl sonrasından geçmişe dönülüyorsa insanlık çağ atlamış demektir. Ben şimdi burada olmamı özgürlük, bağımsızlık, halkın kendi kendini yönetmesi dememe borçluyum. Arkadaş, sen boş biri değilsin ama dolu biri de değilsin. Senden şüphelendim. Doğrusu ne ise, sen onu söyle. "
Serdar: " Her sözünüzün altına imzamı atarım. Hepsi doğrudur. Boş değilim ama dolu da değilim. Bir gün dolduğumda dinamit gibi patlayacağım. "
Namık Kemal: " Ben patladım da ne oldu? Sonradan kendimi bu zindanda buldum. Sen patlama. Sessiz ve derinden git. Bakışlarından anladım. Sen bana saygı duyuyorsun. "
Serdar: " Sizin fikirleriniz gelecek nesilleri etkiledi. Bu fikirlerden etkilenen çağdaş özgürlük savaşçıları, Anadolu'da Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bunu başardı. Osmanlı sizden 35 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti oldu. "

Namık Kemal: " Kardeşlik, gel yamacıma sokul biraz. Ben aylardır bu taş üstünde yatıyorum. Sen bir süre burada otursan güç kaybına uğramazsın. "
Serdar: " Vatan Yahut Silistre adındaki tiyatro oynanırken, sizi yakaladılar ve göz hapsine aldılar. Senaryosunu sizin yazdığınız bu oyun neden bazı kesimlerin işine gelmedi? "
Namık Kemal: " Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Padişah 1. Abdülaziz'in hafiyeleri geldi ve seni bu oyundan ötürü tutuklamak zorundayız, dedi. Ben bağırarak oynanan tiyatronun konusu hakkında konuşmaya başlayınca iki adım gerilediler. Konuşmam bitince bileklerime kelepçe takmadılar. Öylesine karakola götürüp gözaltına aldılar. Sonrası işte bu Magosa ve zindan. "

Serdar: " Ben padişahın yerinde olsam, sizi yönetim üstünde tutar, devlet yapardım. Değişen çağa ayak uydurur, Osmanlı İmparatorluğu'na çağ atlatırdım. Böyle gelmiş böyle gider olmaz. Diğer devletler koşarken, Osmanlı'ya yürümek yakışmaz. Yakışmadı zaten. "
Serdar: " Ey vatan ve özgürlük şairi Namık Kemal. Gelin şöyle dışarı çıkalım. Çayırda yürüyelim. "
Namık Kemal: " Aman Serdar, sen ne diyorsun? Burası babanın çiftliği değil. Öyle istediğin zaman dışarı çıkamazsın. Sen istedin diye bu iş olmaz. "
Serdar: " Sayın Namık Kemal, ben istediğim zaman biz dışarı çıkarız. Ben istemedikçe onlar bizi göremezler. Buyrun önden siz yürüyün. Ben sizi takip ederim. "

Serdar Yıldırım'ın öz benliği, Namık Kemal'in silüeti dışarı çıktı. Magosa Zindanı' nın karşısı çayırlık, çimenlikti. O yöredeki veya o ülkedeki güç sahipleri, defalarca uyarılmalarına karşın, yanlışlarından dönmüyorsa bunda bir sorun var demektir. Cumhuriyet ve özgürlük demeleri için, daha bir süre beklemek gerekir. Bunlar sonradan Cumhuriyet'in ve kişisel özgürlüklerin rahatını gördükçe biz neden bu fikirlere karşı çıktık diye kendilerine kızacaktır.
Namık Kemal çayırda, çimende yürüdü, koştu. Bazı zamanlar, ben O' na yetişmekte zorlandım. Sonra bir ağacın dibine oturduk.
Ben: " Sayın Namık Kemal, ben gelecekten geldiğime göre, sizin daha sonraki yaşantınız hakkında bilgi sahibiyim. Siz isterseniz bunları anlatayım. "
Namık Kemal: " Aman Serdar, ne demek? Kim öğrenmek istemez geleceğinin nasıl olacağını? Anlat bakalım, ben hep burada mı kalacağım? "
" Siz ne kadardır buradasınız? "
" 2.5 yıl oldu. "
" Burada 8 ay daha kalacaksınız. Sonrasında kurtulacaksınız. "
" Neden? "
" Çünkü sizi buraya atan padişah 1. Abdülaziz tahttan indirilip yerine 5. Murat gelecek. O da pek çok tutuklu gibi sizi serbest bırakacak. Midilli Adası'na mutasarrıf tayin edileceksiniz. "
" Bak bu çok iyi. Demek ki, ben bu zindanda çürümeyeceğim. "
" Siz Kıbrıs'a sürgün edildikten sonra da Vatan Yahut Silistre sahnelenmeye devam etti. İlk 2 ay süresince bu oyun 47 defa oynandı. Daha sonra İzmir ve Selanik'te üç yıl içinde 500 defa sahnelendi. "
" Ya Serdar, biliyor musun, iyi ki geldin. Bana sevinç ve huzur verdin. Buradan kurtulup özgürlüğe adım atacağım günleri bekler oldum. "

Daha sonra Namık Kemal'e yaşadığım güne gitmeyi teklif ettim. Saniyesinde evet dedi ve evimde belirdik. Namık Kemal evin salonunda sağa sola bakındıktan sonra, Serdar, bu ne değişik bir ev? Bu, şu, o bunlar nedir?
" Bu buzdolabı, şu çamaşır makinesi, o televizyon. Şaşırmakta haklısınız. Bunlar sizin zamanınızda yoktu. Hepsi sonradan icat edildi. Buyurun bu odaya geçelim. Orada internet var.
" Geçelim bakalım. Yeniliğe meraklıyım. Sen de beni şaşırtmaya devam et. "
" Sayın Namık Kemal, bu internet. Televizyon gibi. Televizyonda başkaları oynatır, sen seyredersin. İnternette sen oynatırsın başkaları seyreder. Bakın az sonra ekranda görünecek. Namık Kemal yazıyorum. Görüyor musunuz, sizin resimleriniz ve hayat hikayeniz çıkıyor. Ben sizin kadar meşhur olsam başka ne isterim. "
" Gerçeği söylemek gerekirse sen benim kadar meşhur olamazsın. Gelecek nesillerin beyninde benim kadar iz bırakamazsın. Sen bir kartal olsan her yıl aynı yerde yuva kurardın. Ben her yıl değişik bir yerde yuva kurdum ve ilk yuvamı özlemedim. "
" Görsellere giriyorum, resimleriniz çıkıyor. Sizden 150 yıl sonra resimleriniz gözlerde, gönüllerde. "
" Aradan bir buçuk asır geçmiş. Dünya eskiyi özler, geleceği gözler olmuş. Ey Serdar Yıldırım, senin amacın nedir? Neden beni rahatsız ettin? "
" Benim amacım, yaşadığım çağ insanına Namık Kemal adındaki kaliteli bir beyin yapısının tanıtımını yapmaktı. O yüce bir beyindir ki, şiirden kapı açmış, hikaye derken, roman yazmaya yönelmiş. Ben de işe şiirden başladım. Şiir öksüzdür, arayan soran olmaz. Sonra masal, hikaye yazmaya yöneldim. Ben roman yazmaya yönelmeyeceğim. Anlatılmak istenen, kısa ve öz olarak anlatılmalı. "

" An geliyor ki, 5-10 sayfa hikaye yazmak yetmiyor. Olayı kesin, kati ve detaylı anlatmak gerekiyor. Belki okuyucu hikayedeki karakterin saç şeklini, şapkasını, giyimini, kuşamını merak edecektir. Sen hikaye yazarken bunları aklına getirmez misin? "
" Tabii ki getirmem. Konuyu kısa keserim. Sonuçta, okuyucunun beyninde ne, neden, niçin ve sebep kalır. Bence 4 sayfalık hikaye 200 sayfalık romana bedeldir. "
" Eee sıktın ama? Durup dururken kendini övüyorsun. Konu ben değil miyim? Aynı davranışı tekrar edersen, seninle öyle bir kavgaya tutuşurum ki, dünya gelse seni kurtaramaz. Padişah bile benden korktuğundan bu zindana attırdı. "

Aradan bir dakika geçti. Sertleşen havayı Namık Kemal yumuşattı: " Evde çay var mı, çay? Bir çay demle de içimiz ısınsın. "
" Evet var. Beş dakikada çayınız hazır olur. Yanında yiyecek bir şeyler de getiririm. Şu an evin ikinci katındayız. Siz isteyin ben pencereden aşağı atlarım. "

Dünya tarihi boyunca pek çok fikir ve düşünce sistemi insanları etkilemiştir. Bunların bazıları kısa ömürlü olmuştur. Bazıları ise, uzun ömürlü olmuştur. Gelecek yüzyılları şekillendirmiştir. Fakir biri, çağının çok ilerisinde fikirler öne sürse de taraftar bulamamıştır. Tarihin karanlıkları arasında kaybolup gitmiştir. Adam zengindir. Taraftarı, inananı çoktur. Bunların fikirleri bin yıl sonrasına bile ulaşır. Böyleleri dünya tarihinde vardır. İnsanlar, zengini sever. Zenginlik hayranlık uyandırır. Saraylar, köşkler, yalılar vardır. Bunlar hayatlarını sorunsuz yaşar. Alamama durumları yoktur. Parasıyla değil mi, her şeyi alırlar. Gün gelir geleceklerini satın alırlar. Sonunda bize ayrılan zaman doldu. Ayrılık vakti geldi. Magosa zindanına geri döndük.

Namık Kemal: " Serdar, gel gitme, dedi. Burada benimle kal. "
Serdar: " Ama, dedim, Sayın Namık Kemal burada kalamam. Daha önce de bizimle burada kal diyenler oldu. Onlarla birlikte kalsaydım, size gelemezdim. Şimdi burada kalırsam geleceğe gidemem. En uzun paylaşımım sizinle olan olacak. Varın izin verin ben gideyim ve yaşadıklarımızı insanlara ulaştırayım. İnanın sevenleriniz milyonları aşacaktır. "
Namık Kemal: " Dediğin gibi olsun, varsın taraftarım çok olsun. Özgürlük ve bağımsızlık savaşçısı Namık Kemal diye araştırma yapsınlar. Acısını biz çektik sefasını onlar sürsün. O dediğin Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti vizyonunu kaybetmesinler. "

Bebeklik çağları hariç ağlamayan Namık Kemal'in göz pınarlarından iki damla yaş süzüldü:
" Ama, dedim, ağlıyorsunuz? "
" Yok be Serdar, gözüme bir şey mi kaçtı, nedir? Beni rahatsız etti. Ben aylardır bu Magosa zindanındayım. Hep aynı gardiyan ve aynı sessiz gemi. Bu gardiyan benimle bir kelime konuşmadı. Yasakmış! Var git yoluna internet midir nedir, bu hikayeyi hazırla ve okuyucunun ilgisine sun. "
Sonunda Namık Kemal ile vedalaştık. Evime geri döndüm. Şimdi tarih: 9-5-2024. Ben 90 gün uğraştım bu hikayeyi hazırladım. Okurlar, en çok 9 dakikada okur, bitirirler. Bu onların çabukluğundandır. Onların arasından çıkanlar, Namık Kemal'i benden çok daha iyi anlatacaklardır.

SON

Link:
Linklerini gizle
Linki Kopyala
Cevapla